Uncategorized
12. Mevlânâ Şiir Şöleni
Yazarımız Ali Saçıkara, 12. Mevlânâ Şiir Şöleni’nde “Türkçem Ana Dilim” adlı şiirini seslendirdi.
ZAMAN YOLCULUĞU
Zaman en acımasız törpü
Sevdiğim bütün çiçekleri kopardı
Çocukken çıktığım bir yolda yitirdim ömrü
Ellerinde ateş böcekleri
Geçmişin sisleri ve sihirleriyle donanmış
Mihmandarlarım vardı
Karanlığa boyanmış
Bütün kapıları kapardı
Arada bir perde aralanır
Anamın masal kokulu sesini duyardım
Az gittim uz gittim
İlkin cihanda ardından kendimde yittim
Anam hiç gitmez benden gidemez
Anam ki onun sesini duydukça vardım
Sonra gözleri bağlı yürümeyi öğrendim
Üç tekerleme boyu
Sakladı beni bir kuyu
İçtim ne abı hayattı ne de zemzem
Yaşamak denen o suyu
Parmaklarımda hayat buldu büyüklerin gölgesi
Değdim her birine
Ve ellerimi verdim her dokunuşta
Yalan olur gayrı elim var desem
Oysa var demek için ne çok direndim
Sana dokunamayışım ondandır
Seni göremeyişim de gönlünce
Eskide kaldım ben
Neyim varsa karlı tipili bir kıştandır
Kayboldu zaman
Başımdaki duman
Gözlerimdeki aydınlık
İçimdeki öfke
Hep arayıştandır
ALİ SAÇIKARA
TÜRKÇEM ANA DİLİM
Türkçem ana dilim
Anamın çocukluğumdan kalma sesisin
Yavrularımı seven karımın nefesisin
Bayrağısın düşünce ufuklarımın
Dost meclislerinde bir Itrî bestesisin
Yıldırım’ın gür sesisin Niğbolu’da
Ağlamaklı kağnı gıcırtısısın Anadolu’da
Türkçem ana dilim
Dünya coğrafyasına çekilen çizgisin
Kırgız cırlarında inleyen ezgisin
Alp Er Tunga’yı çağıran ozanın feryadısın
Kül Tigin’in bengü taşlarda saklı adısın
Yunus Emre’nin ağzında sevgisin
Baki’nin dilinde Kanuni’ye övgüsün
Türkçem ana dilim
Kaşgarlı’nın dilinde bir nicesin
Nevâi’de en yücesin
Dervişsin Yesevî Hoca’nın dergâhında
İsyansın Köroğlu gibi mazlumların ahında
Evliya Çelebi’de dünyayı gören gözsün
Şeyh Galip Divanı’nda bir nezih sözsün
Türkçem ana dilim
Sinan’da gökleri delen minarelersin
Kara’coğlan gönlünde göz göz yarelersin
Şey Edebali katında bir yüce nasihatsin
Yesarizade kâğıdına dökülen göz nuru hatsın
Fuzuli’nin aşk derdine dermansın sen
Karamanoğlu Mehmet’te ne yüce fermansın sen
Türkçem ana dilim
Akif’in mısralarında sırtımı sıvazlayan sessin
Kocatepe’de Mustafa’nın emriyle kırılan kafessin
Türkçem ana dilim
Kendi gök kubbemizde kadimsin
Sâdâbat’ta şuh şarkılar söyleyen Nedim’sin
Çileli yolculuğunda Türk’ün dualarsın âminlersin
Sonsuza kadar seninle diye ettiğim yeminlersin
Türkçem ana dilim
Ezelden ebede uzanan kutlu bir elsin
Hep en güzeldin yine en güzelsin
Ali SAÇIKARA
NEFES
Kıramayınca ruhumdaki kafesleri
Esefle kınadım aldırmadığınız nefesleri
Bakmayın öyle süklüm püklüm göründüğüme
Böyle miydim ben böyle mi ya
Akranlarım çizgi nedir bilmezken
Yirmi yedi satırlık çizgili defterlerle başladım
Çizilip karalanmış bir hayata
Alışkın değildi
İçim dökülmeye
Dökülmeyecek kadar da sağlamdı hani içim
Doğrusu dökülüp saçılacak pek bir kalabalığım da yoktu
Ne olduysa bana büyüdükçe oldu
İlkin oyuncaklarımı aldıklarında parçalandı içim
Ardından numaralandırdılar düşlerimi düştüm
Altında ve ardında
Soluksuz kaldım
Büyük bir döküntünün
Kuş kanatlarındaki kargaşa
Ve daha nice karmaşayla beraber
Hengâmelerde büyüdü çocukluğum benim
Henüz mahalle değildi köyler
Arsa olmamıştı buğday tarlaları
Toprak bakirdi yani
Yani gebe değildi toprak
Zamane denen ucubeye
Yani ana rahmine düşmemişti gökdelenler
Sevgililer nazlansa da inadına
Bir kere severdi sevenler
Yapboz tahtasına dönmemişti aşk
Gündüzler uzundu geceler ateşin
Hâlbuki bir üflemelik canı vardı ateşin
Ne hikmetse değişti hikmet
Rüyalara bile zamanenin şerhi düşüldü
Görünen ne varsa hoyratça bölüşüldü
Başlattık büyük göçü
Lakin unutuldu insanlığın içi
Anlamaz ki yaşamayanlar
Sıkboğaz edildim
Soluksuz kaldım
Unuturken insanlığa dair son sesleri
Kınadım esefle
Esefle kınadım aldırmadığınız nefesleri
Nefis bu nefessiz var olamaz
Büyümek isteyen çocuklar hatıralarda saklanıp kalamaz
MASAL
Kuytu mahallelerde ıssız damlarda
Bir adam yaşarmış zaman içinde
Ağlarmış günün battığı demlerde
Duyulurmuş ağıdı ta Maçin’de
Adama dostmuş Kafdağı’nda kuşlar
Tavuslarla oynaşı pek severmiş
Dümdüz olurmuş önünde yokuşlar
Gözyaşı her gece hüznü dövermiş
Tespihi varmış doksan dokuz taşlı
Saadete secdelerde erermiş
Devirirmiş devleri yedi başlı
Ve… Kapılardan içeri girermiş
Kırkıncı kapıda uyuyakalmış
Göğün mavisi mi girmiş düşüne
Yoksa göğün mavisine mi dalmış
Düşmüş bir peri kızının peşine
Kızın saçlarında gezermiş ışık
Gözlerinde billur sular akarmış
Aşkı bilmeden oluvermiş âşık
Geceler boyunca türkü yakarmış
Ve… Peşinden gitmiş altı ay bir güz
Haşır neşir olmuş da hayaliyle
Hiç ardını dönüp bakmamış kız
Adam zamanı durdurmuş eliyle
Şiirle yakmış yüreğini adam
Peri kızı perde ardında gülmüş
Kuytu bir mahallede ıssız bir dam
Şafak vakti canlanıverip ölmüş
Kuytu mahallelerde ıssız damlarda
Bir adam yaşarmış zaman içinde
Ağlarmış günün battığı demlerde
Duyulurmuş ağıdı ta Maçin’de
Ali SAÇIKARA
KISA KISA
1- UNUTKANLIK
Unutmak istiyordum; seni, kendimi her şeyi unutmak. Fakat ne mümkün… Ne zaman kalabalığa karışsam gözler önünde kaldığım ve fakat göze görünmeden unutulduğum için hınca hınç dolu bir kahvehane bulup tam ortadaki masaya oturdum. İçtiğim her çay en demlisinden bir hatırayı buharlaştırdı. Bilmem kaçıncı bardaktan sonra kuş gibi hafifleyerek çıktım kahveden.
“Oh be!” diyerek bir iki adım atmıştım ki soluk soluğa peşimden gelen garson omzuma vurup yüzü tanınmayacak hâle gelmiş birinin ellerini ellerime tutuşturdu. Bu arada gülerek söyleniyordu:
– Beyefendi, kendinizi unutmuşsunuz!
2- TALİHSİZ
Ne kadar iyimser olursam olayım, aksilikler üst üste geliyor. Hayata dair yaptığım hesapların hiçbiri tutmuyor. Tabii ki sonuç hüsran var mutsuzluk. Ama direniyorum. Yılıp yorulmadan yeniden başlıyorum mutluluğu aramaya, her seferinde yeniden. Ne yaparsam yapayım, olmuyor. Her gün aynı yerden başlamak berbat bir durum.
Elim ayağım titriyor, gözlerim karardı yine. Cinnet geçiriyorum galiba; yakmak istiyorum dünyayı. Ben onu önemsedikçe hayat beni umursamıyor ve cayır cayır yakmak istiyorum dünyayı. O da ne; bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor.
İYİLİK
İyiliğin bedeli olur mu? Olur elbette, değilse bir anlamı kalır mıydı? Öfkelenmeyeceksin, kızmayacaksın, fedakârlık yapacaksın, dünyanın olur olmaz pisliklerine katlanacaksın, almamak üzere vereceksin… Herkes çoğu için koşarken sen azı ile yetinmeyi bileceksin. Yeri gelecek görmeyecek, yeri gelecek duymayacaksın. Kadir kıymet bilmez insanların gadrine uğrayacak, çektiğin bütün sıkıntılara rağmen geri bir adım bile atmayacaksın. Bütün bunları yaparken tevazuu zırhına bürünüp sessizliğe gömülecek, ben demekten kaçınacaksın…
İyi bir adam mıyım? İyiyim elbette, düşünüyorum, bütün bunları düşünüyorum.
E, e! Bu devirde düşünmek kolay mı?
VİRANE
Karanlık odalarım soğuk olurdu, uzun kış gecelerinde. Ne var ki o, adımını içeri attı mı bir ateş sarardı her yanımı. Nefesini duyardım sıcacık. İnanmazsınız çocuklar gibi sevinirdim onu görünce. Hele bir de keyfi yerindeyse, şöyle koyu bir sohbete girmişse yarenleriyle işte o zaman değmeyin keyfime. Taşlığıma bakmadan yumuşayıverirdim.
Öyle çok sevdim ki onu viraneye döndüm.
KARANLIK
Sular kızarmaya yüz tutmuş. Havada bir kurşun ağırlığı… Sen ağlıyorsun, gönlün olmadık ağırlıkların cenderesinde. Ben şaşkınım, bütün sözcükler suçlu, bütün sözcükler sessizliğe mahkûm… Oysa bir gülebilsen, ah bir gülebilsen kelebekler saracak yeri göğü ve ben tomurcuğa duracağım yediveren güller gibi.
Şehrin ışıkları sönüyor yoksa kapadın mı gözlerini? Sen susunca ağlıyor bütün çocuklar beşiklerinde. Bırak sesini rüzgârlara. Dağlarda yankılansın ninnilerin, virane bir sokağın sessizliğinde bulayım seni. Hayalin yastığım olsun, gökyüzü yorganım. Derin bir uykuya dalayım. Sen git, ben hayalinle kalayım.
Hayalinden başka neyim var ki!